Güneş Sistemi’nde dokuz gezegen vardı diye öğrendik, öyle değil mi? Ancak bir gün bir haber geldi: “Plüton artık gezegen değil!” Kulağa biraz kırıcı gelse de bilim insanları bu kararı öylece almadı. Gözlemler, tanımlar, tartışmalar ve yeni keşifler derken Plüton'un kaderi yeniden yazıldı. Astronomlar onun hakkındaki fikirlerini değiştirdiğinde, aslında tüm sistemin nasıl işlediğine dair bilgilerimiz de değişti. Peki ama bu gök cismi ne yaptı da “gezegen” unvanını kaybetti? Belki de hiçbir şey yapmadı. Belki de onu tanımlayan biz insanlar, tanımı değiştirdik.
İçindekiler
Plüton’un Keşfi ve Gezegen Olarak Kabulü
Plüton’un hikâyesi, 20. yüzyılın başlarında gökyüzündeki bilinmeyen bir kütlenin yerçekimsel etkilerinin fark edilmesiyle başladı. Güneş Sistemi'nin bilinen gezegenlerinin hareketlerinde küçük ama dikkat çekici sapmalar gözlemleniyordu. Bu sapmaların, henüz keşfedilmemiş bir gezegenin varlığından kaynaklandığı düşünülüyordu. Astronom Percival Lowell, bu gizemli gök cismi için uzun yıllar boyunca çalıştı. Ne yazık ki Lowell, aradığı gezegeni göremeden hayatını kaybetti. Ancak onun çabaları, astronomi dünyasında önemli bir iz bıraktı ve araştırmalar onun ölümünden sonra da sürdü.
1930 yılında Clyde Tombaugh adlı genç bir astronom, Arizona’daki Lowell Gözlemevi’nde yaptığı gözlemler sırasında, aranan bu gök cismine ulaştı. Tombaugh’un keşfettiği bu yeni cisim, “Plüton” adını aldı. Bu isim, yeraltı tanrısı olan Plüton’dan esinlenerek hem mitolojik anlam taşıyor hem de Lowell’ın adının baş harfleri olan “PL” ile örtüşüyordu. O dönemde, Plüton'un kütlesi tam olarak bilinmese de astronomlar onu Güneş Sistemi'nin dokuzuncu gezegeni olarak kabul ettiler. Bu kabul hem bilim dünyasında hem de halk arasında büyük bir heyecan yarattı. Plüton, uzun yıllar boyunca gezegen olarak ders kitaplarında yer aldı ve bir gezegen olarak benimsendi.
Uluslararası Astronomi Birliği’nin (IAU) 2006 Kararı

2000’li yılların başında astronomi dünyasında yeni gelişmeler yaşanıyordu. Özellikle Kuiper Kuşağı’nda keşfedilen irili ufaklı gökcisimleri, Plüton’a oldukça benzeyen yapılarıyla dikkat çekmeye başlamıştı. Bu gökcisimlerinin çoğu, Plüton kadar hatta bazıları daha da büyük görünüyordu. İşte bu noktada bilim insanları önemli bir soru ile karşı karşıya kaldı: Eğer Plüton bir gezegense o zaman bu yeni keşfedilen cisimler de gezegen mi olmalıydı?
Bu tartışmalara son noktayı koymak için Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), 2006 yılında Prag’da önemli bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantının amacı, “gezegen” kavramının net bir tanımını yapmak ve bu tanıma uymayan cisimleri yeniden sınıflandırmaktı. IAU’nun toplantısında, gezegen tanımı bilimsel ölçütlerle güncellendi ve gezegen olmanın üç temel şartı belirlendi.
Bir Gezegenin Tanımı Nedir?
2006 yılındaki IAU toplantısında yapılan en önemli şeylerden biri, gezegenin ne olduğu konusuna netlik kazandırmaktı. Çünkü gökyüzü sürekli değişiyor, teleskoplarımız daha güçlü hale geliyor ve her geçen yıl yeni gök cisimleri keşfediliyor. Bu nedenle “gezegen” tanımını yapmadan, Plüton gibi cisimlerin neye göre değerlendirildiğini anlamak zor olurdu.
IAU, bir gök cisminin “gezegen” olarak kabul edilebilmesi için üç temel koşul belirledi. Bunlar:
- Güneş’in etrafında dolanıyor olmalı.
- Kendi yerçekimiyle yuvarlak bir şekil kazanacak kadar kütleye sahip olmalı.
- Yörüngesindeki diğer cisimleri temizlemiş, yani yörüngesini hâkimiyet altına almış olmalı.
Bu tanım sayesinde hem geçmişte hem de gelecekte yapılacak keşiflerde hangi cisimlerin gezegen sayılacağı netleştirilmiş oldu. Bu kriterlerin amacı, Güneş Sistemi'ndeki gök cisimlerini daha tutarlı ve bilimsel bir şekilde sınıflandırmak. Aslında bu tanım, sadece Plüton için değil, tüm Güneş Sistemi’nin yapısını anlamamız açısından önemli bir dönüm noktası oldu.
Plüton’un Yetersiz Kaldığı Kriterler

Plüton, 76 yıl boyunca gezegen olarak kabul edildi ama 2006’daki yeni tanımın ardından bu unvanı kaybetti. Peki neden? Aslında Plüton, IAU’nun belirlediği üç kriterin ilk ikisini karşılıyordu. Güneş’in etrafında dönüyor ve kendi yerçekimiyle küresel bir şekle sahip. Ancak üçüncü ve en kritik madde olan “yörüngesindeki diğer cisimleri temizlemiş olma” koşulunda sınıfta kaldı.
Plüton’un bulunduğu bölge olan Kuiper Kuşağı, birçok buzlu ve küçük gök cismi ile dolu. Plüton, bu cisimler arasında büyüklük olarak öne çıksa da yörüngesindeki hâkimiyeti sınırlı. Yani kendi yörüngesini tamamen “temizleyememiş” durumda. Bu durum, onu diğer sekiz gezegenden ayıran en önemli farklardan biri. Örneğin Dünya, yörüngesindeki gök cisimlerini ya çekim gücüyle kendine katmış ya da dışarı itmiş durumda. Ancak Plüton, Kuiper Kuşağı’ndaki birçok cisimle birlikte yolculuk ediyor.
Bilim insanları bu farkı, gezegenlerin doğrudan hâkimiyet alanları olması gerektiği fikriyle açıklıyor. Plüton’un bu anlamda kendi bölgesinde “tek başına” hareket edememesi, onu teknik olarak gezegen olmaktan çıkarıyor. Bu özellik, onu cüce gezegen sınıfına dahil eden temel nedenlerden biri haline geldi.
Cüce Gezegen Sınıfının Oluşumu
Plüton’un gezegenlikten çıkarılması, sadece onun statüsünü etkilemedi; aynı zamanda astronomide yepyeni bir sınıflandırma doğurdu: cüce gezegenler. Bu sınıf, 2006 yılında Uluslararası Astronomi Birliği tarafından, gezegen tanımına tam olarak uymayan ama sıradan asteroitlerden de farklı olan gökcisimleri için oluşturuldu. Cüce gezegenler, özellikle şekil ve yörünge özellikleriyle dikkat çekiyor.
Bir gök cisminin cüce gezegen olarak tanımlanabilmesi için şu üç özelliğe sahip olması gerekiyor:
- Güneş’in etrafında dönmeli.
- Kendi yerçekimiyle küresel bir şekle sahip olmalı.
- Ancak yörüngesindeki diğer cisimleri temizlememiş olmalı.
Plüton bu tanıma tamamen uyduğu için bu sınıfın en bilinen üyesi haline geldi. Ayrıca Eris, Haumea, Makemake ve Ceres gibi gök cisimleri de bu kategoriye dahil edildi. Bu sınıf sayesinde astronomi dünyası hem yeni keşifleri daha sistemli bir şekilde sınıflandırabiliyor hem de Güneş Sistemi'nin karmaşık yapısını daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.